ALLAHIM BİZE DE HAYIRLI KAPILAR AÇ !
Haremi anlamaya Topkapı Sarayı harem dairesinin girişinde kıvamında bir hat üslubuyla yeralan ‘ Allahım bize de hayırlı kapılar aç !’ ibaresinden yola çıkarak başlarsak eğer; ‘zevk-ü sefa’ ve ‘arz-ı endam’ beklentilerimizi öncelikle bir kenara bırakmamız gerekecek.
Osmanlı saray kültürüne yabancı olan Avrupalıların kapalı kapılar ardındaki gizli dünyayı hayallerinde nasıl canlandırdıklarını yine Avrupalı gözlemcilerin günümüze ulaşan kaynaklarından biliyoruz. En çok verinin bulunduğu Topkapı Sarayı’na konuk olmuş birçok elçinin, hizmetlerinde bulunan cariyelerin güzelliklerinden etkilenerek böyle bir kanıya varmaları hiç de şaşılacak bir durum değil ama saray hanedanlığının gündelik ihtiyaçları için seçilen güzellerin şehvet uyandırıyor oluşları aslında harem ahlakıyla pek de bağdaşmayan bir durum.
Harem, sarayda sadece padişahın ailesine mahsus ve erkekler tarafından girilmesi kesinlikle yasak olan özel bölüme verilen addır. Saray yapısı harem-selamlık olarak bölünmüştür ki harem, mahremiyeti olan ve kadınlar tarafından idare edilen özel yaşam alanlarıdır. Selam ise yasama, yürütme, yargı ve yönetim işlerinin yürütüldüğü, iç ve dış politikalarının yapıldığı erkeklerin idaresi altındaki alan olarak bilinir. Harem de tıpkı erkeklerin egemenliğinde hiyerarşik yapıya sahip bir kurum olan selam gibi kadınların tekelinde bir hiyerarşiye sahiptir.
Sadece padişahın cinsel hazlarını doyuma ulaştırmak için organize edilen bir birim değildir harem ki mimari tasarımı da zaten buna pek elverişli değildir. Padişah harem bölgesinde kendisine ayrılan odada dinlenmeye çekildiği zamanlarda haremi ona hizmet eder ve padişah görevdeyken de harem, saraydaki güncel hayatın devamını sağlar. Padişahların özel yaşamları doğal olarak büyük bir merak uyandırmaktadır. Haremin büyüsünü yitirmeyişi de padişahların dahi destursuz girmediği haremin sırlarla örtülü oluşundan kaynaklanır. Gizli koridorlardan selamlığa yansıyan şıklık, zarafet ve güzellik, tanıkların fantezilerine ilham kaynağı olmuştur.
Haremi altın bir kafese benzetmek konu hakkında yapılmış tüm araştırmaların ortak noktasıdır. Saray halkının geri hizmetinde bulunan acemiler, ön saflarda hizmet için eğitimden geçmiş ve has odalarda görevlendirilen cariyeler, becerilerini cariyeleri yetiştirmek için kullanan ve belli alanlarda sorumluluklar yüklenen kalfalar (şakirdler) ve yılların tecrübeleriyle işlerinin ehli olmuş, cariyelerin eğitimlerini biçimlemekten sorumlu tutulan ve gedikli cariye olarak da adlandırılan hazinedar ustalar, şehzede gözdeleri, padişahın ikballeri, hasekileri ve kadın efendiler Valide Sultan’ın emri altında harem mekanizmasının elemanlarını oluştururlar.
Kısmen bir askeri yapıya da benzetebiliriz harem yapılanmasını.
25 kişilik koğuşlarda barınan cariyeler bir üst katta konuşlanmış kalfaların gözetimleri altında yaşıyorlardı. Her kadın kendi statüsü ve tabi olduğu sınıf gereği kendisine tahsis olunmuş alanlarda sürdürüyordu varlığını.
Bir çok ailenin kızlarını ‘hayırlısıyla’ saray haremine sokabilme arzularından bahsediyor tarih, tıpkı hediye ve ganimet adı altında asimilasyon kurbanı olan bir çok genç ve güzel kızlardan bahsettiği gibi... Yüzlerce kadının kapalı kapılar ardında yaşadığı harem, daracık odalara yerleştirilen bu kadınların konuşma ve davranış terbiyesinden geçtikleri, hizmet ve aile adabı konularında eğitildikleri, nakış, dikiş, ebru gibi el becerilerinin; kukla ve karagöz oynatma, musiki ve raks bilgilerinin aktarıldığı bir sanat enstitü olarak da algılanabilir.
Yaptırımın Valide Sultan’da olduğu bu alanda padişahın hizmetlileri hatta zevceleri bile yine Valide Sultanlar’ın kendi hizmetlerindeki cariyeler arasından, incelikle tasarlanmış planlar dahilinde iktidara hizmet etmek için hanedanlığa has bir itina ile seçilirdi (istisnai olarak padişah kendi hizmetlilerini seçmekte söz hakkına sahip de olmuştur).
İmparotorluğun birimlerinde görev alan erkeklerin saray tarafından evlendirilmelerinde de yine harem başvurulan ilk kaynaktı. Padişahın yakın hizmetlerinden sorumlu, gözdeliğe erişememiş odalıklar ve peykler arasından da padişahın yakın çevresine zevce olma şansı tanınırdı. Geleneksel adab-ı muaşeret kurallarına uygun olarak yetiştirilen cariyeler kendilerine verilen eğitimi iyi özümseyebilmeleri sonucunda bizzat padişah ailesi tarafından evlendirilmiş ve hazineden kendilerine bağlanan maaşla da ödüllendirilmiş olurlardı.
Padişahların özel hizmetlerinde görev almak üzere kalfa statüsündeki cariyeler arasından tayin edilen hünkar kalfaların sultanın gözüne girmeleri halinde has odalık, peyk ya da gözde statüsüne yükselmeleri söz konusu olabilirdi. Bunlar padişaha en yakın cariyeler olarak diğer harem eşrafından ayrı bir statüde yaşarlardı. Padişahı cezbetmeyi başaran has odalıklar, gözdelik (ikbal) makamına terfi eder ve sultanla kurdukları cinsel münasebetleri nedeniyle hasekiliğe yükselirlerdi. Bu beraberlikten hamile kalırlarsa yine bir sınıf atlamış olur ve kadın efendi ünvanını alırlardı. Bu ünvanla da gelecekte harem idaresini ellerinde tutabilme umudu daha da artardı.
Bir hükümdar namzeti doğurmak bir cariye için riskli bir yolda büyük bir ödüle karşı savaşmak anlamını taşırdı. Kız doğurdukları taktirde elde ettikleri statüyü kaybetmemek uğruna hem kendi kızlarını eğitimini üstlenirler hem de sultana yeni bir gözde yetiştirmeyi de kabul etmiş sayılırlardı. Söz ve servet sahibi olmaları uğruna sundukları cariyeleri kendi çıkarları doğrultusunda işlemekte bir sakınca görmediklerinden iktidar uğruna ince hesaplar yapmak ve kıvrak zekalarını en verimli şekilde kullanmak durumunda kalırlardı.
Haremde bir cariye olmak, doğal olarak sınıf atlama olasılığını da beraberinde getiriyordu. Muhabbetlerinden hoşnut olunan cariyeler hayallerindeki özgürlüğe adım adım yaklaşıyorlardı. Bu amaç uğruna yarışan kadınlar güzelliklerini ve yeteneklerini doğru kullandıkları ve öğrendiklerini harmanlayıp iyi plan yapabildikleri taktirde yarışa avantajlı olarak başlıyorlardı; sınıf atlama heveslerinin dizginlenmesi kolay olmadığı gibi bu rekabet hırsı tarihte bir Hurrem, bir Safiye, bir Kösem yaratmakta hiç de zorlanmıyordu. Bu nedenledir ki harem belirli dönemlerde politik iktidara bile el koymuştur.
Elbette haremden acımasız ve muhteris sultanlar çıkmıştır. Şanslarını kendileri yaratan kadınlar tıpkı erkekler gibi hedefleri uğruna herşeyi göze almaktan çekinmemişler, bu uğurda şartların gerektirdiği gibi davranmaktan geri durmamışlar hatta bazen erkekleri bile geride bırakacak entrikalarda başrolü üstlenmişlerdir. İmparotorluğun kritik dönemlerinde haremde gizliden gizliye tasarlanmış komplolar kişisel çıkar ve hırs savaşlarına eklenerek yüzlerce cariyenin haliç diplerini boylamasına, ipek urganlarla boğulmalarına, iç oğlanlar tarafından zehirlenmelerine ya da kendilerini hançerlemelerine neden olmuştur.
Osmanlıların son döneminde haremin dağıtılması sırasında ortada kalan bir çok eğitimli cariyenin belki de hayatlarında hiç görmedikleri ama hep tasvirlerden ve düşlerinden tanıdıkları Yeditepeli Koca İstanbul’un orta yerinde kalakaldıklarını ve sadece çok az bir kısmına aileleri tarafından sahip çıkıldığını biliyoruz. Hayatın neresinde olduklarını farkedemeden gidecek biryerleri olmadığı için günlerce saray avlusunda çaresiz konaklayan ve sahip oldukları herşeyi hatta umutlarını bile kaybeden bu kadınların durumları gösterişli harem gün ve gecelerinden daha üzücü notlarla tarihe geçer.
0305
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen