OSMANLILARDA ŞENLİKLER, GÖRSEL SANATLAR
VE DRAMATİK OYUNLAR
Osmanlılar, erken modern İslam dünyasında varolan çeşitli seçeneklerden yararlanarak politik bir kültür yarattılar. Osmanlı Hanedanlığının İslam Hanedanları arasında benzeri olmayan uzun solukluluğu kısmen farklı gelenekleri, farklı hükümranlık anlayışları ve farklı meşruiyet zeminlerini uzlaştırabilme ve ustalıkla idare edebilme becerilerinin bir sonucuydu.
Kendilerini kutlamak ve yüceltmek için kullandıkları yöntemlerden biri de 16.yy. Faslı benzerleri gibi kamu törenleri düzenlemekti. Padişahların ve sultan ailesinin diğer fertlerinin de katıldığı bu kamu törenleri ve kutlamalar özellikle din merkezli olaylar değildi. Osmanlı Saltanat Törenleri olarak da adlandırabileceğimiz bu kutlamaların formu olan şenlikler dini takvime değil hanedanın ritmine ayak uyduruyordu.
Sultan ailesinin yaşamındaki önemli olayları belirleyen bu törenler; saray yaşamı içerisindeki doğumları, sünnetleri, düğün ve cenazeleri neden aldığı gibi bir şehzedenin sancağına varmak için yola çıkışını ve yeni sultanın tahta geçişinini müjdeleyen kılıç kuşanma merasimini kalın hatlarla tarihe geçirebilmek için de düzenleniyordu. Dini bayramlar her ne kadar sivil yaşamı hareketlendirse de sarayda tören adına yapılan ve yönetici sınıfla sınırlı el öpme merasimleri protokol gerekliliğinden öte pek bir anlam taşımıyordu.
Törensel olaylar öncelikle hanedanı yüceltmek ve tebaanın bağlılığını perçinlemek niyetini güdüyorduysa da başka bir etkisi de İstanbul’un sayısız, dağınık ve zaman zaman da çatışan unsurlarından bir kentsel doku örmesidir. Halkın katılımıyla yapılan törenler kentlilik gururu yaratmak için birer fırsat oluştururdu. Osmanlıların düşmanlarına karşı kazandıkları zaferleri anlatan oyunlar ve sultan askerlerinin askeri becerilerini ortaya koydukları genel gösteriler bu kutlamaların merkezinde yer alırdı.
Şenlikler yalnızca mutlu azınlık için ve belirli bir çerçeve içerisinde değil, geniş halk yığınlarıyla birlikte ve saray dışında yapılıyor olmalarından dolayı halkın toplum yaşayışı içine sinmiş bir gelenek halinde karşımıza çıkar. Yabancı gözlemciler bu tören, kutlama ya da şenliklerde gözlemledikleri geniş hoşgörü karşısında oldukça etkilenmişlerdir. Padişah ve yetkililerinin gözetimleri altında yaşanan bu hoşgörü sayesinde; kişilerin dinlerine bakılmaksızın meyhane ziyaretleri serbest bırakılır, kadınlar serbestçe sokağa çıkabilirler, geçici bir süre için de olsa halk Doğu yaşam biçiminin getirdiği kapalı toplum yapısından kaynaklanan kültür düzeninin baskılarından kurtulur, kısaca geçici bir enerji tüketimi yaşanırdı.
Şenliğin yapılacağı yerde saray erkanı ve yabancı konuklar için pavyonlar hazırlanır, rengarenk çadırlar kurulur, kadınlar için tahtadan cumbalı bölümler yapılırdı. Şenlik yerlerine atlı karıncalar, salıncaklar, dönme dolaplar, tahtırevanlar, dev kuklalar, ip cambazları, süslü arabalar getirilirdi. Yenilikler belirli bir düzen içerisinde, her türlü önlem inceden inceye düşünülerek ve iş bölümü yapılarak hazırlanırdı.
Şenlik süresince tüm kentte dükkanlar süslenir, gece gündüz açık tutulur, her türlü oyun ve eğlencenin yanında şarap içmek serbest bırakılırdı. Bu arada kolcular heryerde görev yapıp kargaşa, kavga ve hırsızlıkları önler ama eğlencelere karışmazlardı. Şenlikler sırasında halka sürekli olarak yemek sunulurdu; davullar ve borularla yemeğe başlanacağı haber verilir, acıkmış olan halk tutumcular tarafından sıraya sokularak şölene başlanırdı.
Başlıca yemekler pirinç pilavı, kızarmış koyun eti ve muhallebiydi. Sıcakta susayanlara da şerbet dağıtılırdı. Yeniçeriler, denizciler, mollalar gibi çeşitli kesimler için ayrı ayrı yemekler verilirdi. Bu sofralara Müslüman, Rum, Ermeni ve Katolik okulları da davet edilirdi.
Şenlikler, padişahın şenlik yerine gelişiyle başlar ardından yüksek devlet görevlilerinin ve yabancı konukların kabulüyle devam edilirdi. Topluca yenen tören yemeğinin ardından cirit oyunları ve çeşitli meslek guruplarının temsil edildiği geçiş alayı başlardı. Çiftçiler, değirmenciler,fırıncılar, kasaplar, kebapçılar, bakkallar, şekerciler, manavlar, mumcular, berberler, mimarlar, ayakkabıcılar, kavuk imalatçıları, kalemciler, ok , yay ve kılıç yapıcılar, nalbantlar, kürkçüler, aynacılar, keçeciler, ipekçiler, terziler, yorgancılar, altın işleyiciler, at koşumu yapıcılar, bit pazarı, mısır çarşısı ve kapalıçarşı esnafı gibi sayısız küçük meslek kuruluşu ellerinde ürünleriyle veya şekerden yapılmış meyve ve bitkilerle süslenmiş dev nahıl ve maketlerle geçer, geçiş sırasında meslekleriyle ilgili gösteriler yaparlar, ürünlerinden küçük örnekler dağıtırlardı.
Oldukça yoğun bir program hazırlandığından günlerce süren geçitler ve gösteriler halkın ve yabancı gezginlerin sokağa dökülmesine yol açardı. Çengiler, cambazlar, gözdağcılar, akrobatlar, ateşbazlar, çemberbazlar gibi saray sanatçıları geçit alayından önce ya da sonra halkı eğlendirirlerdi.
Gece eğlenceleri ise çok daha görkemli yaşanırdı. Haliç’te su üstünde arabalar, gemiler zaman zaman ejder ve timsah maketleri yüzdürülürdü. Konakların önlerine gelindiğinde bu maketler içinde ya da üstünde yer alan dansçılar hünerlerini sergiler ve hane halkını coştururlardı. Boğazın her iki yakasındaki bütün evler ve konaklar aydınlatılır, karşılıklı havai fişekler atılırdı. Suya yansıyan ışıkların seyrine doyun olmazdı. Kandillerle hazırlanan mahyalar iplere geçirilerek direkler arasına ya da şehrin camilerinde minareler arasına gerilir bunlarla yazılar oluşturulurdu. Bazen bu mahyalar dönerli bir sistemle hareketli yazılar oluşturacak şekilde de hazırlanırdı.
Bütün bu törenlerin ardından hediye faslı başlardı. Yabancı konuklar, vezirler ve halkın zengin kesimi tarafından başta padişah ve ailesi olmak üzere saray erkanına değerli hediyeler sunulurdu. Böylelikle yapılan masrafdan daha fazlası saray kasasına geri dönerdi. En son olarak da şenliğe katılanlara hil’at adı verilen beratlar dağıtılır ve sultan, eşleri ve şehzadelerin saraylarına dönmeleriyle çadırlar sökülür, bir sonraki şenliğe kadar gündelik hayat kaldığı yerden devam ederdi.
Osmanlı’da sanat kavramının oluşmasında başından beri bu şenlikler önemli bir ortam ve kavşak noktasıdır. Bu şenlikler belki kendi başlarına bir sanat sayılmayabilir ama ister müzik, dans ve oyunculuk hünerleri gibi anlatım sanatları, ister resim, heykel ve mimari olsun şenlikler içinde biraraya gelerek örgütlenmiş bir birlik oluşturduklarından dolayı her bir sanat kolu kendine özgü niteliklerini de kaybetmezdi.
Osmanlılar sanat ayrımına uymazlardı. Emekle ortaya konmuş her ürünü bir sanat eseri olarak görürlerdi. Şenliklerde de herkes bir üstünlük taslamadan şenliğin ortak başarısı için çalışırlardı. Ayrıca günlük hayattan pek kopuk olmayan gösterilerde bu gösteriyi sunanlar ve gösterileri izleyenler arasında pek bir ayırım da yok gibidir. Seyreden aynı zamanda eyleme katılandır.
Seyirciler gerek sesleri gerekse eylemleriyle hareketin içindedir. Bu anlamda Osmanlı Şenlikleri bütüncül tiyatro kavramına yakınlığıyla da dikkat çeker. Bu biçimde gösterimler her türlü sanat dalına başvurularak seyircinin bir çok duygusuna seslenen ve bir bütünlük içerisinde seyirciye açık ve farklı anlamlarda seçenekler sunan bir tiyatro anlayışıdır. Bu özellikleriyle de Osmanlı yapısında sosyal bir bütünlüğün gerçekleşmesine katkıda bulunduklarını söyleyebiliriz.
Şenlikler kapsamında sanat kolları önce seyircisine birey olarak seslenirdi. Her birey kendine has duygularla seçimini yapar, kendine göre anlamlara varır ve kavrayışı oranında tad alırdı.Toplumun her kesimine seslenişiyle de din, soy, sınıf ve etnik ayrımcılık gözetmeksizin evrensel bir dil geliştirmişti.
Gösterilerin aynı zaman diliminde gerçekleşmeleri seyirciye seçmede özgürlük ve seçimlerinde yaratıcılık imkanı da tanırdı.
Tiyatro ya da gösterim sanatları bu şenliklerde çok önemli bir yer tutuyordu. Her ne kadar sözlü ve sözsüz olarak sınıflandırmaya çalışsak da bu gösteriler içiçe geçmişliklerinden dolayı birbirlerinden pek ayrılmazlar.
Örneğin; dini, grotesk (kaba), akrobatik, erotik, savaş dansları, taklit ve mitolojik diye sınıflandırabileceğimiz danslar, hem kendi içlerinde hem de birbirleriyle ilişkilerinde tıpkı bir bale temsili gibi genellikle bir konuyu dramatik bütünlük içerisinde sergiliyorlardı.
Sözlü gösterimler hakkında yabancı kaynaklarda fazla bilgiye rastlamak -dil farklılığının getirdiği bir dezavantaj olsa gerek- pek enderdir fakat yerli kaynaklarda da diğer görsel sanatların çekiciliğinden dolayı pek ayrıntı verilmemiştir.
Mısır’ın fethiyle birlikte Osmanlı sarayına giren Hayal Perdesi, padişahın gün yorgunluğu sonrası dinlenmek amacıyla kendisini eğlendiren hokkabaz (bir nevi saray soytarısı), hayalbaz (kukla oynatıcıları) ve meddahlar (hikaye anlatıcıları), Harem’de cariyeler ve içoğlanların bazen ilmi (mitoloji) bazen de keyfi (masal) nedenlerle dinledikleri anlatıcılar ve başka şenlikler olmak üzere farklı nedenlerle kurulan Meydan-ı Suhan (ortaoyunu) kaynaklarda rastladığımız sözlü dramatik tiyatronun Osmanlı sarayındaki temsilcilerindendir.
Osmanlı kaynaklarında mudhik (güldürücü) ve mukallid (taklit edici) sözleriyle ifade edilen sanatkarların büyük bir kısmının tiyatro temsilleri içerisinde varoldukları fransız gözlemciler ve elçiler tarafından aktör olarak adlandırılmalarından anlaşılıyor. Bunların gösterilerine de yine aynı gözlemciler tarafından komedi denmesi de gerek sanatlarının, gerek oynadıkları oyunların içeriği açısından önemli bir bilgi verir. Bu mudhik ve mukallid’ler Osmanlı kültür yapılanması içerisinde Kol adı altında çalışıyorlardı. Bu yüzdendir ki sonraki tarihlerde bu kolların sergiledikleri gösteriler koloyunu ya da ortaoyunu isimleriyle anılmıştır.
Eski sözlükler saray dansçıları olan Çengileri tarif ederlerken, çeng çalan, dansçı anlamının yanı sıra komedi oyuncusu ibaresini de kullanmışlardır. Nitekim sarayda çengiler, köçekler ve curcunabazlar danslarının yanı sıra dramatik türden konulu ve sıklıkla taklide dayalı oyunlar sunarlardı. Bunun gibi özellikle şenliklerde düzeni koruyan bir çeşit polis görevi üstlenmiş tutumcuların da çeşitli güldürücü gösteriler sunduklarını ve cin-askeri diye adlandırılan soytarıların varlığını da zamanın gözlemcilerinin günümüze aktardıklarından çıkarabiliyoruz.
Osmanlı padişahları özellikle Kanuni döneminden sonra saraylarında sanatçı da beslemeye başlamışlardı. Avrupalı tarihçi Fisher, Kanuni’nin ölümünden sonra tahta çıkan sultanların çevresini saran dalkavuklar, yaltakçı subaylar ve sultana yaranmaya çalışan harem kadınları ve odalıklardan bahsettiği gibi duraklama dönemiyle birlikte saraydaki oyuncu, hünerbaz, soytarı, güreşçi, musiki sanatçısı, edebiyatçı ve astrolog gibi eğlence erbablarının sayısının da arttığını not düşer.
II.Selim’in döneminde ise saray içerisinde müziğe düşkünlüğünden kaynaklanan müzisyen nüfusunun artışının yanı sıra, olağanüstü yetenekler sergileyen kişiler, akrobatlar, cambazlar, mukallit ve oyuncuların sayısında da bir artış yaşanır. III. Murat döneminden bir gözlemcinin aktardıklarından bu oyuncuların genellikle İspanya’dan imparotorluğa göç eden, hokkabazlıkta ve danslı oyunlarda üstün yeteneklere sahip yahudi kökenli sanatçılar olduklarını öğreniyoruz.
Evliya Çelebi bize IV. Murat’ın sarayındaki sanatçılardan bahsederken özellikle mukallitlerin başı Mehmet Çelebi’den bahseder. Yıldırım Beyazıt döneminde Kör Hasan adıyla ün yapmış olan Mehmet Çelebi, Şeyh Şazeli’den sonra özellikle Karagöz oynatmakta en usta kişi olarak kabul edilir. Ayrıca Evliya Çelebi, aynı dönemde sarayda ünlenmiş Mukallit Akbaba, Çıkrıkçızade Süleyman Çelebi, Cilve Çavuş, Şengül Çelebi ve Kara Mehmet gibi birçok oyuncu ve oynatıcıdan söz eder.
Eğlenceye düşkünlüğüyle de tanınan IV.Murat döneminde Topkapı Sarayı Enderun Halifelerinden Mehmet Halife’nin kaleme aldığı Tarih-i Gılmani adlı eserde, kendi sünnetinde saray içoğlanlarının hazırlayıp sunduğu oyunlardan aldığı keyiften pek etkilenmesinden dolayı tiyatroya bir hayranlık duyduğundan bahseder. Oyuncuların en çok ihsanı onun döneminde aldıklarını ve keselerce altınla ödüllendirildiklerini kaydeder. Sadece saray surları içerisinde değil halk arasında da sanatçıları desteklemiştir. Zaman içerisinde IV.Murat daha çok av ve güreş sporlarıyla ilgilenmiş fakat elit ve seçkin sanatçı kesim saraydaki varlığını sürdürmüştür.
Padişahların tiyatroya gösterdikleri ilgiyi belgeler nitelikte bir olay da 1780 yılında kaydedilmiştir. I.Abdülhamid döneminde saray cariyeleri bizzat sultanın da canlandırıldığı bir oyun hazırlayarak Abdülhamid’in dar görüşlülüğünü cesaretle eleştirirler. Sultanın bu oyunu hiddetlenmeden ve hoşgörüyle izlediği hatta bundan keyif aldığı ‘Tarih-i Ata’ adlı eserde yeralır.
Saray oyuncuları, saraylılara, cariyelere ve içoğlanlarına müzik, dans, kukla ve diğer bazı gösteri sanatlarını öğreten takımlar kurarak da örgütlenmişler, devletin temel kuruluşlarıyla olan ilişkilerini koparmamışlardı. Bu takımlar kendi gösterilerini düzenledikleri gibi farklı dönemlerde yurt dışından sirk cambazları, tiyatro ve opera sanatçılarının da getirtilmesine önayak olmuşlardır.
Saray tiyatrolarının oluşması konusunda ilk adı geçen Sultan III.Selim’dir ayrıca Sultan İbrahim’in bazı oyuncuları devlet teşkilatında ciddi makamlara getirerek ödüllendirdiğini bilgisini de gerileme ve çöküş evresinin nedenleri arasında sayan bazı Osmanlı tarihçilerinin notlarında buluyoruz.
(XVIII.yy. sonlarına doğru batılılaşmanın da etkisiyle sarayda tiyatro odalarına yer verilmeye başlanmıştır. Sultan Abdülmecit’in Dolmabahçe Sarayında, II.Abdülhamid’in de Yıldız Sarayında tiyatroları vardı.)
İmparotorluğun sonlarına doğru özellikle sivil hayatta varlıklarını sürdüren sanatçılar yavaş yavaş itibarlarını kaybetmeye başlamışlardı. Oyuncular saygınlıklarını yitirerek şaklabanlık yapanlar olarak değerlendirilmiş, bozulan ekonomik yapı ve farklı kültürlerin birbirlerinden ayrılmaya başlaması bu alanda da bölünmelere yol açmıştır. Gavurluk kavramıyla birlikte sanat -ki özellikle tiyatro- gayrimüslimlere has, vakit kaybına neden olan seyirliklere dönüşmüş ve geleneksel kalıplardan pek kurtulamayarak salt bir eğlence malzemesi olarak varlığını sürdürmüştür.
Türk Tiyatrosu, Osmanlıların son dönemlerinde müslüman kesim arasında büyük bir atılım gösteremese de imparotorluk içerisindeki kültürel azınlıklar ve tiyatroya gönül vermiş isimler tarafından yaşatılmaya devam edilmiştir. Batılılaşma hareketlerinin hız kazanması ile birlikte gerçekleşecek yükselişe kadar gerek seyirlik oyunlar adı altında Anadolu’da, gerek saray yapılanması dahilinde oyun kollarıyla, gerekse büyük şehirlerde özellikle ramazan eğlencelerinde boy gösteren ortaoyunu, tuluat, meddah ve karagöz formlarında yaşayagelmiştir.
Derleyen: Ümit Gürkan Buyurucu
Kaynakça:
Topkapı Sarayında Yaşam.....................................Santuri Ali Ufki Bey
Osmanlı İmparotorluğu Klasik Çağ.......................Halil İnalçık
IV. Mehmet’in Edirne Şenliği................................Özdemir Nutku
Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatı........................Metin And
Osmanlılarda Dramatik Eğlenceler........................Refik Ahmet Sevengil
Osmanlı’da Şenlikler..............................................Şengül Aydıngül
Das Osmanische Reich...........................................Ferenc Majoros/Bernd Rill
Harem-i Hümayun..................................................Leslie P. Peirce
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen