06 Dezember 2006

kasim 06

Selam,

bu şehirde yaşamasını seviyorum, ne sakınayım...

bana hayal etme gücü veren bir havası, umut vadeder bir yanı var.

bizim ortaokul kitaplarında kurtuluş savaşı anlatılırken, cepheye yetişecek mermilerin taşındığı kağnısını yiten elif’imiz gibi federal almanya’nın tarih kitapları ve belgeselleri de savaşın ardından taş taş üstünde kalmayan şehri imece usülüyle tekrar kullanılacak tuğlaları, kullanılamaz halde olanlardan ayırarak inşa eden halk kadınlarından bahsediyor.

berlin, savaşlar sonrası yeniden yapılanmalarından kaynaklı geleneksel birliktelik ruhunu anatomik yapısı gereği göçmen ve göçmeyenlerle uyum içerisinde yaşama arzusuyla birleşik algılıyarak kendini yaşanır kılan bir metropol.

elbette bu durumun tam aksi de mevcut, değil bir dayanışma içerisinde olmak, kendinden öteki kimliklere dayanamayan, hazımsız bir azınlıktan da bahsetmek gerek. bu artan azınlık, genel tabiriyle neo-nazi takımının çirkin saldırıları ve sağ radikallerin seçimlerde parlamentoya seçilme tehlikesi yaratacak kadar artan oylarıyla sürpriz yapması, atlatılan nasyonalist evreden sonra önem kazanan okul harici politik eğitim ve bilgilendirme seminerlerinin gerekliliğini, önemini ve dahi ciddiyetini bir kez daha ıspatlamış oldu.

birey olmak için sadece varolmak yetmiyor bilinçli, politik, sağduyulu ve epik (!) olmak da gerekli.

aksaklığa uğramış ekonomik durumdan ötürü gelecek kaygısında olan ve perspektif sorunu yaşayan gençlikle yapılan seminerler, çorbada bir fiske tuzdan öteye gitmiyor gibi görünseler de, tuzsuz ezo gelin’in tadını tasavvur etmeye çalıştığımda bana içimi hafifleten bir his veriyor. ben gençlikten geçtim geçeli gençlere nelerin daha iyi akatarılması gerekliliğinden yola çıkarak hazırladığım seminerlerde -kendim bu duygularla yoğrulduğumdan olsa gerek- hep ‘umutsuzluk’ ve ‘koyvermişlik’le mücadele etmeye çalışıyorum.

kesinlikle değiştirilmesi kanısında olduğum bir konu daha var; gönüllü kurbanlık hali... sorgusuz kabul iradesizliği başa bela.

insanlar, ırklarına göre ayrımcılık yapmaları yasalarca yasaklanalıberi inançlara göre ayrılmaya çalışıyorlar birbirlerinden, iletişimden çok izolasyona yönelen bir evrim, huzurdan çok kaygı veren bir devinim. gençlerimiz devlet güçleriyle kısa soluklu çatışmalara girmeye başladı, kapkaçcılığa özenip eylemlerine ‘robin hood’ süsü veren türki gençlerin, bu ülkenin yabancısı olmalarından çok bu ülkeye yabani kalmalarına dikkat çekmeli bence. uyum sağlayamayışlarından çok, uyumdan neyin kastedildiği gözden geçirilmeli; havlamasından bir haber ev köpeklerinin, yırtıcı vahşi köpeklere dönüşmelerinin altında yanlış eğitilmelerinin yattığını kestirmek pek de güç değil.

bilincin eğitimlisi bugüne, eğitimin bilinçlisi yarına hizmet etmeli bence.

bir göçmenin sosyalleşmesi, o göçmenin göçtüğü topluma, dolayısıyla yasa ve kurallarına uymasıyla mı yoksa göçülen topluma neredeyse birebir klonlanmasıyla mı ya da göçüşünde kendiyle beraber getirdiği değerlerini, göçtüğü ülkenin değerleriyle harmanlamasıyla mı ölçülecek?

bu üç yolun hangisi kastediliyor, göçmenler konu edinilirken, yaşam partiğinde hangi yöntem işliyor ve işlemesi gereken ama tedavülde olmayan yol hangisi?

kafamda bu soru ve sorunlarla yatıyor, kalkıyor, yaşıyorum.

üst satırlardan da anlaşılacağı üzere ben, göçmen kimliğimle başetmeye çalışıyorum, bu kimlik sorunu meğerse ne kadar önemliymiş, bilmezdim bunu ben gerçekten bu derde düşmeden evvel.

sosyalleşmek adına çalışmak, kendimin bugüne kadar atlattığım sosyalleşme katmanlarını aktarabilmeme imkan sunulması anlamına da geldiğinden, sosyal branşda çalışarak hem tecrübelerimi değerlendiriyor hem açılan yeni kapılarla kendimi geliştiriyorum. ufkum genişliyor ve erdem derinleşiyor.

yaşadığım ülkenin sosyal haklarından eşit olarak yararlanabilmek için başvurduğum vatandaşlık hakkımı elde etmek için de sadece türkiye cumhuriyetinin beni, başvurum doğrultusunda vatandaşlıktan azat etmesini bekliyorum. böylelikle, seçebileceğim ve yaşamda istisnasız yer alabileceğim bir konumum olacak –ki burada da kimlik değiştirmekle beyinlerdeki kazınmış markanın değiştirilemeyeceği konusuna da değinmek gerekiyor, öyle hemen hooopla olmuyor maalesef ya neyse...

kendi kendimeyken tasarladığım alternetiflerin hayata geçmemesi için daha doğrusu bu fikirlerin projelere dönüşmemeleri için muhtemel engeller azalıyor, yolumu yordamımı zamanla daha iyi kestirebiliyorum.

sanırım bu yüzden olsa gerek keyif veriyor bana bu şehirde yaşamak.

harmanlandıkça ayrılıyor tozlar çapaklarından...

kısa kısa...

. dişetlerimin eti kalmadı neredeyse çekilecek, ön üst ve alt dişler sallanmaya başladı. kısacası peygamber olunacak yaşta takma diş kullanmaya başlayacağım.

. islam konuşmaktan, din tartışmaktan, namus belasından ve başörtünün varlığından doydum diyecek kadar sıkıldım, kurtulabilmek için bu konulardan önerilerinizi bekliyorum.

. zam ve hayat pahalılığı burada da gündemden düşmüyor iki yıldır. katma değer vergisi oranı %19’a yükseliyor, sigaranın paketi 5 € oluyor, ülke fakirlik tehdidiyle karşı karşıya. her altı kişiden biri avrupa standartlarına göre fakirlik sınırında, bu son araştırma sonucu panik yaratıyor.

. bu sonbahar altın sarısı günışığında geçmeye devam ediyor, nihayet ısınıyor küre...

301106

sevgiler...

Keine Kommentare: