Selam,
metropole kurtlar indi...
şovenistlerimiz, milliyetçilerimiz, mü’minlerimiz ve en ön safta bozkurt uzantılarımız (graunwölfe) hatırı sayılır bir meydanda, avrupa’dan katılımcı türk dernek bulunmadığı için türkiye ülkü ocaklarından topladıkları üç uçak dolusu türk bayraklı vatandaş eşliğinde soykırımdan bahseden ard niyetli zihniyeti (!) kınama eyleminde bulundular.
eyleme katılacak kişi sayısı başvuruda beşbin olarak verilmişti ama ikiyüz kadar bir sayıyla gerçekleşti. uzaktan gördüm güruhu ve tüylerim ürperdi.
doğu perinçek öncülüğünde ‘ne mutlu türküm diyene’ yaptılar, ‘bir türk dünyaya bedeldir’, ‘muhtaç olduğun kuvvet damarlarındaki asil kanda mevcuttur’ okudular ve ‘kimseye verecek hesabımız yoktur’ oldular.
kangölü gibi al bayraklara bulandı ortalık...
aynı gün düzenlenen gayet alternatif bir davet ilgimi çekti; alman belgelerine göre ermeni meselesi başlığı daha bir sempatik geldi, katıldım.
program bir seyahatle başladı, bindokuzyüzlü yılların başından bir zaman yolculuğu eşliğinde berlin’in tanıklıklarını gezdik bir otobüsle. 1915 yılında berlin’de de yaşamış ünlü bir ermeni besteciyle tanıştırıldık yaşadığı evin önünde, bir yıl sonra istanbul’a vatanına dönüp bir daha kendisinden haber alınamayan fakat arşivlere beyoğlu’nda tutuklanmış olduğu işlenmiş –fakat tutuklamanın gerekçesi açık bir biçimde belirtilmemiş- bir sanatçı.
ardından bir zamanların asala - türkiye ilişkilerinde önemli anlara tanık olmuş kaldırımlar üzerinde bu örgüt tarafından öldürülmüş jön türkler hakkında bilgilendik. atatürk’e suikast girişiminden dolayı istanbul tarafından aranan bir şahsın asala üyelerince öldürülüşüne bir anlam veremedim.
arada nazi almanyasınca temizlenen türk yahudilerin hikayelerine de hüzünlendik. türk pasaportu taşıyan yahudilerin kimlikleri ellerinden alınarak gaz odalarına yığılmalarına sessiz kalan ülkemizi eleştirdik. aradaki danışıklı dövüşün boyutlarıyla dehşetlenip, telef olan insanların sayılarıyla yüzleştik.
bu konuda taraflı ya da konuya karşı bir fikir oluşturamayacak kadar bilgisiz olduğumu farkettim. kendimi, katliamda parmağım olduğundan değil, olanların tam olarak konuşulmuyor oluşundan ve bunun sonucu olarak her ne olduysa bir gizlilikle geçiştirilmesine, olanların ve ölenlerin unutulmasına seyirci kalıyor oluşumdan dolayı sorumlu hissettim.
şu eylül mektubunda yazdığım önerimi tekrarlıyorum;
gerekçesi ne olursa olsun, kaç ermeni vatandaşımız katledildiyse o sayıda fidan dikip bir katliam ormanı kuralım, hem tarihe, hem anılara hem de komşumuza saygımız filizlensin.
fena mı olur, sular sular anarız bakarsınız, geçmişten ders alır, geleceğe bakarız.
180306
her koşulda baharın gelmesi gerekiyor artık dostlar;
epey oldu ki kuşlar ötmüyor sabahları,
bulutlar soluk aldırmıyor metropole.
kömür kokmasa da sokaklar
suratlar kömür karası,
ayların getirdiği kat be kat giyinme alışkanlığı
keder veriyor bu deli gönüle.
baharın gelmesi gerekiyor artık her koşulda dostlar,
dallar duramadı yazdı çağla yeşile,
çekilmiyor be artık gece ayazları.
karanlık olmasa da sokaklar
zifiri suratlar cabası,
ayların götürdüğü gün be gün yaşlanma bağışıklığı
eksik yazıyor bu kısa ömre.
dostlar, gelmesi gerekiyor artık baharın, her koşulda.
not: 20 mart tarihi alman iş takviminde resmi bahar başlangıcı olarak kabul ediliyor -ki saatini bile vermişler; saat 19: 30 dan itibaren resmen geliyormuş bahar alman yetkililere göre.
bir gelmesin, insan hakları mahkemesine başvurup alman hükümetine ‘duygularımla oynuyor’ gerekçesiyle tazminat davası açacağım.
200306
alman soyu tükeniyormuş...
istatiksel bilgilere göre bilmem ne kadar yüzyıl sonra tükenecekmiş almanların ırkı.
doğum oranı endişe edilecek boyutlarda düşmüş.
kadınlar kariyer, erkekler para derdinde, ev yapmayı çocuk yapmaya tercih eden bir nesilden bahsediliyorsa eğer, bu sonuç kaçınılmaz oluyor.
öyle bir dallandı budaklandı ki bu konu, bürokrasisi ile ünlü almanya, vatandaşlığa geçen insanları damgalı, imzalı belgelerine rağmen hala kendilerinden saymıyor olmalarını gözardı ederek tohum derdine düştü. halbuki vatandaşlık haklarıyla donanmış o kadar çok yabancı dolaşıyor ki ortalıkta...
bu da kolay değil mesela, yani vatandaş olmak...
bir alman kimliğine sahip olabilmek için hazırlanması gereken kağıtlar, vurulacak damgalar mühürler hariç, bir de cevaplanması gereken sorular çıktı ortaya. özellikle müslüman ülke vatandaşları alman vatandaşlığını seçtiklerinde, ‘komşunuz karısını dövse tepkiniz ne olur, çocuğunuz gelip size homoseksüel olduğunu söylese nasıl tepki verirsiniz?’ gibi sorulardan ‘üç büyük alman filozofunun ismi nedir, 8 mayıs 1942’de ne oldu?’ gibi tarihi detaylara kadar toplam 100 dolayında soru yanıtlanması gerekiyor alman olabilmek için.
şükür, bu uygulama henüz deneme aşamasında, berlin bu denemenin dışında ama diğer eyaletlerde yapılıyor olması bile eleştirilere neden oluyor.
dünyada artan milliyetçilik akımından bundesrepublik deutschland’ın payına bu düştü -şimdilik.
nüfusa geri dönersek şimdinin planlarına göre, otuzbeş yıl sonra emekliye ayrılacaklara emeklilik aylığı ödenemeyecek gibi görünüyor.
doğum oranı düşük, işsizlik oranı yüksek, gayri safi milli gelir düşük, emeklilik oranı yüksek...
görünen o ki, tutmuyor dengeler; çarşıya uymayan yuvarlak masa hesaplarına göre ben bu ülkede vatandaş olabiliyorum ama emekli olamam.
nasıl dert edinmesinler tükenmeye yüz tutmuş nesli? vatandaşlık gelip geçici, işin ucunda kaybolmaya yüz tutan bir german ırkı var.
şimdi bana kaybolan ırklarımı verseler
şimdi bana soyumla bir ömür vadetseler,
şimdi bana yeniden ürer misin deseler
tek bir söz bile söylemeye hakkım yok!
220306
üçüncü reklam filminde beyaz’a eşlik ettim.
‘ayyıldız’ adında, türkiye ile cep telefonundan indirimli konuşmayı sağlayan bir telefon kartı firmasından gelen bir telefonla reklam filmi castingine çağırıldım.
kulaktan kulağa yayılan reklamosyon sonucu davet edildiğim castingten payıma bu reklam filminde oynamak düştü.
ilk önce tost ekmeği sonra sucuk ve şimdi de telefon kartı reklamı...
toplam iki dakikalık bir spot. beyaz, ayyıldız kartı almaya bir dükkana giriyor ve ben yoldan geçen bir müşteri olarak konuya dahil oluyor ve işi kolaylaştırmaya çalışıyorum.
reklam önümüzdeki haftadan itibaren avrupada yayın yapan türk kanallarında yayımlanacak.
medya yollarında küçük ama şanslı adımlarla ilerliyor muyum acaba, acaba emeklemekten yürümeye geçebilmek için bana fırsat mı veriliyor? karar veremiyorum, gel diyorlar gidiyorum, yap diyorlar yapıyorum, oyna diyorlar oynuyorum ve bundan da zevk alıyorum.
300306
kısa kısa...
. gençlerle çektiğimiz filmlerin afişlerini hazırladık, iki günlük şehirdışı seminerlerinde. filmlerimiz önümüzdeki aylarda okullarda eğitim amaçlı gösterime girecek.
. harala-gürele adana ve ankara turnelerine hazırlanıyoruz.
adana’da 25 ve 26 nisan tarihlerinde sabancı uluslararası tiyatro festivali çerçevesinde sabah çocuk oyunumuz ‘şehrazat’ı akşama da ‘bir daha çal, sam’i sahneleyeceğiz.
28 nisan’da ankara’ya geçip, devlet tiyatrosu çocuk oyunları festivalinde, sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki kez ‘şehrazat’ ı oynayacağız. hem heves hem heyecan var, içim gıdıklanıyor.
. bernhard yine eski ve mutlu günlerine döndü, ameliyat sonrası tüm aksaklıklarına rağmen ağrısız ve sancısız kullanabiliyor dizini.
. ağustosta fransada yapılacak uluslararası sokak tiyatrosu festivalinde bu kez gençlik eğitim derneğimizi temsilen bir worshop hazırlamak konusunda görevlendirildim. katılımcı olarak götürebileceğim beş kişilik bir ekip organize edebilirsem sokak tiyatrosu arenasında da bir deneyim fırsatı yakalamış olacağım.
projem gölge tiyatrosu üstüne olacak ama henüz organizasyon tamamlanmadı.
detaylar önümüzdeki ay...
. senaryo çalışmasında karakterlerimi oluşturdum, şekillenmelerine geldi sıra. öykü ise kişiler beynimde oynadıkça gelişiyor. şu zamansızlık yok mu, iki ayağımı bir pabuca sokuyor...
310306
Sevgiler...
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen