02 August 2006

temmuz 06

Selam,

nikotin beni bıraktı...

04072006

isviçre bıraktığım gibi, zürih hep aynı,.

sıcak, samimi, kokulu ve mavi,

işsizlik oranının %3 dolayına çıkmış olmasından rahatsız, kupayı italyanın almasından dolayı keyifli...

tırmanan trenle 1340 metrelik dağa çıkma aksiyonumda yüksekliğin başımı döndürmesine aldırmadım, brienz yöresinden çıktığımız planalp köyünü vaftiz kızımız antonia’nın beşinci yaş günü şerefine balonlarla bezedik. yirmisekiz kişiydik, yedik içtik eğlendik...

zürih hep aynı, isviçre bıraktığım gibi...

090706

bu yıl itibariyle berlin, avrupanın en kalabalık şehri olmaya aday -ki aday olmakla da kalmıyor bunun gerçekleşebilmesi için tüm imkanlar seferber...

geçen yıl çevre ve gürültü kirliliği nedenleriyle iptal edilen love parade (aşk yürürüyüşü) bu yıl son bir denemeyle tekrar gündeme geldi. boyalı bulvar basınına bakılırsa -ki ben bakmıyorum- bir milyona yakın dans ve techno sapığı berline akın etti.

1968 cinsel devrimin bir cover veryiyonu gibi bu love parade, birkaç farkla;

  1. o dönem marihuana revaçtaydı şimdi extasy, kokain ve asit.
  2. o dönem cinsel devrin başarılmıştı şimdinin başarısı alkol tüketim rekoru ve turizm patlaması.
  3. o dönem insanlar daha bir bilinçliydi, şimdi şuursuz.
  4. o dönemlerde yani eskiden herşey daha iyiydi, daha güzeldi (!).

ve yine aynı gün berlin valiliği gönderine altı renkli eşcinsel bayrağını çekerek geleneksel eçcinsel haftasını başlattı. hem heterolara, hem homolara zıvanadan çıkma fırsatı, ne güzel...

ayaktopu şampiyonasında kupanın italyaya gitmesiyle birlikte sokaklara yayılan boşluk hissi böylelikle giderilmeye çalışılıyor. final sonrası ilk günler, yorgan gitti kavga bitti modunda bir tenhalık, bir sükunetken hemen yeni bir gazla şampiyona sonrası kalan sağların ülkede yarattığı fırtına öncesi sessizlik noktalandı, huzurluydu ama kısa sürdü...

170706

arda arda kutlanan üçüncü eşcinsel festivali christopher street day-berlin de bir öncekiler kadar görkemliydi.

ilki 1979 yılında, toplam 150 kadar kişinin katılımıyla kutlanmış; son noktada yerlisi, yabancısı, yahudisi, urumu ve müslümanıyla toplam 800 bin kişilik bir katılımdan söz ediliyor.

bir hafta öncesinde düzenlenen eşcinsel, lezbiyen, biseksüel, aseksüel, travesti, ve transeksüel sivil toplum kuruluşlarının projelerini, etkinliklerini, sloganlarını ya da varlıklarını duyurdukları iki günlük panayır kıvamında sokak festivalinde hızını alamayanlar bu konvoya koştular. devletin de kamu organlarıyla katıldığı yürüyüş politik olmaktan uzak genelde ‘al gözüm seyreyle’ edasıyla meşhur (geçen ay bu konudan bahsetmiştim bu yürüyüşün kreuzberg semtindeki alternatifini tanımlarken), hatta tartışılan bir konu da gerçekten bu yürüyüşe hala ihtiyaç olup olmadığı. sadece şov platformu olarak algılandığında bir anlam kazanıyor tüm ihtişam. fantastik romanlardan, çizgi film karelerinden fırlamış gibi kostümler, yaratıcılığı zorlayan kreasyonlar, stiller, mükemmel. aslına bakılırsa genelde bir ‘parlak ve simli kurdelayla fiyonklanmış, filize durmuş patates kıvamında’... bir geçit; et, meme, kasık, popo, baldır ve bacak korteji de denebilir illa eleştirilecekse..

http://www.topbilder.de/Info/info.html

polonyalı organizasyondan tanıdığım bir lezbiyen arkadaşım, işin şov kısmının azımsanmayacak derecede önemli olduğu görüşünde. kendisi lezbiyenliğini televizyonda gördüğü günaşırı tartışma (!) programlarının birinde sevgilisine gül veren bir kadının şovunu izlerken keşfettiğinden bahsetti. ben zeki müren’in oldukça radikal sahne şovlarına rağmen paşalığına toz kondurmadığı dönemleri; bülent ersoy’un chrıstopher street day’lik hallerinin yurdum insanına ablalık olarak pazarlandığını düşündüm.

sonuçta bir fırtınadır geçti.

cinsel kimliğimin ayrıcalığını damarlarıma kadar hissettim ama yine de kalan bir ukte var içimde, hani; keşke şöyle afilli yaşlarımda, janjanlı zamanlarımda göbeğim düzkene, hormonlarım libidomu tırmalarkene ve karşılıksız aşklar arasında ilahiyata tırmanırkene bu yaşadıklarımı yaşayabilseydim, yaşadıklarımdan daha bir zevk alırdım diyorum kendi kendime...

220706

sizin oralarda durum nedir bilmiyorum ama bizim buralarda bir depozito kültürü başgösterdi dostlar.

vatandaş, likit tüketimi sonucu arta kalan dönüşümsüz petini şuursuzca ortalığa fırlatıp tabiatın içine sıçmasın, hem estetik hem de jeolojik kirliliği bir nebze engellesin diye bir çevre koruma yasası hazırlandı. bu yasa uyarınca almanya’da son üç yıldır cam ve özellikle de plastik pet şişelerde depozito uygulaması var. ürünün markasına göre, değişen meblağlarda depozito kesintisi konarak doğanın sindiremediği plastikler bir şekilde geri dönüşümlü hale getirildi. mantıklı, makul, onaylanır bir tasarı. önceleri uygulama bir karmaşaya dönüştü. mesela ürünleri sadece satın aldığın kaynağa iade etmek gerekti bir dönem, bir kaç cent de olsa geri dönecek para uğruna küçük markacıklar, pullar eşliğinde pet şişe biriktirilmeye başlandı, ben sırf bu yüzden dopozitolu ürünlerden sakındım ve mecbur kalmadıkça satın almıyorum. mutfağımızın pet şişe toplama kampına dönmesini istemiyordum ve hala daha istemiyorum. zaten bir gün belki bir kolajımda kullanırım diye atmaya kıyamayıp sakladığım ambalajlar, kartonlar, paketcikler çerler ve çöpler bize yetiyor.

konuya giriş nedenim bu depozito kültürünün kendi insanlarını da yaratmış olması. evet pet toplayıcıları türedi tahmininiz üzere, ellerinde bazen koca koca torbalarla her köşebaşındaki çöp kovalarını tarayarak cent bedelli çöp toplayan insanların sayısı gündengüne de artıyor. ben ilkokul çağlarımda nereden çıktığını ve doğru olup olmadığını hala daha bilmediğim sigara paketi aluminyumları topladığım dönemleri hatırlıyorum. birileri bunlar için para ödüyordu sanırım tekel miydi neresiydi? (ben ağabeyimle aylarca topladım, beş kuruş görmedim ya neyse bir saflık olsa gerek) bazen de işi geçim kaynağına dönüştürmüş amca ve teyzelere rastlamak mümkün, peşlerinde sürükledikleri pazar arabalarını silme petlerle dolduruyorlar, bu profesyonel toplayıcılar, işin parasında da değiller gibi bir havaları var çünkü depoziti az olan cam şişeleri bırakıp sadece petlere vermişler kendilerini. yüksek kapital peşinde büyük düşünür gibiler...

kimbilir kaç boğaz bu centler sayesinde kuruvasanlanıyor?

sakın yanlış anlaşılmasın, yermek, kınamak değil niyetim, bilakis yardımım dokunur diye bu sektörü desteklemek adına cocacola içmelerim sonrası petlerimi ortalığa bırakıyorum, bir rüzgar esimi süre içerisinde hemen bir toplayıcı tarafından emiliyor. iş göze batmayacak, gözlenmeyecek ve değinilmeyecek gibi değil.

hollywood filmlerinde gelecek şehirlerin toplayıcı kavimlerini çağrıştırıyor bu insanlar bana... tarihin ilk toplayıcıları da değiller hani, izmirliler kemeraltı topbacısını mutlaka tanırlar, hayatını poşet toplamaya vermiş bir amcamız vardı kemeraltı koridorlarında, elbisesi, ayakkabısı, torbası hem poşet hep poşet. naylon naylon toplardı amcam sokak ortalarında ve sokak aralarında terkedilmiş naylon poşetleri.

tek tanıdığım toplayıcı bu da değildi, yine izmir-konak dolaylarında bir kuran teyze vardı, elinde ibriği, kur-an’ı ve poşeti, ekmek parçaları toplardı hem yağlı hem kirli hem de pasaklı renksiz kostümüyle. birilerinden duydum iki yıl önce kadar kaybolmuş ortalıklardan...

medeniyet dünyasında toplayıcılığa kolleksiyonerlik diyoruz hatta bir filateli salgını saygınlıkla karşılanıyor. avrupa emeklileri arasında da yaygın bir bebek kolleksiyonerliği sözkonusu. yükte hafifi pahada ağır porselen, plastik, taş hatta bazen de uyduruk malzemeli bebek biriktirici emekli kadınlar, dönemin parlak almanyasının kendilerine biçtiği gayet makul emekli maaşlarını, sabah kahvaltılarının ardından televiyzonda yayınlanan farklı programlarda sunulan bebekleri satın alıp kolleksiyonlarını zenginleştirerek değerlendiriyorlar.

‘biriktirme’nin eminim insan psikolojisine büyük bir yararı vardır. bu konuda düşünmeye devam edeceğim, erövizyon şarkı yarışması kayıtlarını biriktirmeye başlamamın bir anlamı olmalı...

tamam aynı kefeye konmayacak belki ama işin özünde toplamak yok mu?

kimler, neler topluyordur legal, illegal...

300706

kısa kısa...

. bu yaz sıcaklar içime sindi, ikna oldum nihayet kürenin ısınmaya başladığına...

. ne zaman beynimin içinde dolanıp duran projelerimi, romanlarımı, öykülerimi ve senaryolarımı yazmaya başlayacağım merak ediyorum...

. sigara içmiyorum, içenlere de karışmıyorum.

. elif şafak / med-cezir manzaraları’nı okıuyorum şiddetle öneririm. bu kadından çocuğum olsun isterdim .

310706

sevgiler...

Keine Kommentare: